Sizce toplumun düzelmesi için en önemli etken nedir?

7 Mayıs 2014 Çarşamba

HÜNSA

Bu çalışmanın amacı, er-dişiliğin günümüz toplumunda insanların "cinsiyet" kavramını erkek ve kadın kimlikleri üzerinden ele alması nedeni ile, fizyolojik ve psikolojik olarak bu kimliklere uygun olmayan bireylerin "ötekileştirilmesini", kadınlık ve erkeklik olgusundan uzak olması durumunu toplumsal bir sorun olarak görüp, er-dişilik tanımına yeni bir bilimsel bakış açısı kazandırmaktır. Toplumsal cinsiyet meselesinde bir çok tartışmaya neden olan er-dişilik, akademik çalışmaları meşgul eden, sürekli bir kargaşa içinde ifade edilen, kesin çizgileri bulunmayan bir olgu olarak karşımıza çıkar. Temel amaç, sosyal bilimlerde toplumsal bir sorun olarak kabul edilen er-dişilik hakkında bilimsel çalışmalara odaklanmaktır.
Hermafroditler hem erbezi hem de yumurtalık dokusu taşırlar. Sözgelimi, bedenin bir yanında erbezi, öteki yanında yumurtalık bulunabilir ve buna bağlı olarak da hem dişi hem de erkek dış cinsel organlarına sahip olabilirler. Yalancı hermafroditlerde dış cinsel organ birincil cinsel organların cinsiyetine tam olarak uygunluk göstermez. Sonuç olarak erkek tipinde yalancı hermafroditlerde iki erbezi de normal yerde değil de büyük olasılıkla karın içine yerleştirilmiş ve dışarıda kadın cinsel organı bulunur. 

İslam hukukunda hünsalığın tanımı: Hünsâ kelimesi “fu’la” vezninde olup, ”hanese” filinden türemiştir. (Kâsâni: 406) Yumuşak olma, kırılma, kadınsı hareketlerde bulunma  ve er-dişi gibi anlamlar taşımaktadır. (Türkçe sözlük: 250) Hünsâ (er-dişilik) hakkında hukuki anlamda yapılan diğer tanımlamalara bakacak olursak; Hünsâ, cinsiyet durumu karışık olan, kadın mı, erkek mi olduğu tam olarak belli olmayan kişidir. (Sabık: 491) Hünsâ, hem kadın hem de erkek cinsel organına sahip olan kişidir. (Kadızâde: 491) Hünsâ, her iki cinsel organa sahip olan veya hiçbirisine sahip olmayan kişidir. (İbn Abidin:301) Hünsâ, kendisinde hem erkeklik hem kadınlık organı bulunan veya bunlardan hiçbirisi bulunmayıp göbeğinden idrar ve gaita çıkaran kişidir. (Kâsâni: 380) Ancak Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a, göre; hiçbir cinsel organı bulunmayıp göbeğinden idrar ve gaita çıkaran hünsâ değildir. Onlar: “Biz ona ne denileceğini bilmiyoruz” demişlerdir.  İmam Muhammed ise; “Böyle bir durumda olana hünsâ hükmü verilir” demiştir. Hünsâ, erkeklik kadınlık alametlerini birlikte taşıyan kişidir. Bu tanımlamalar üzerine Hilal Duman’ın hünsa hakkındaki tanımlarına yer vermek kafa karışıklığını az da olsa giderebilir. Hünsâ, cinsiyet kimliği (anotomik fizyolojik ve psikolojik yönden) doğuştan problemli olan, bu nedenle erkek veya dişi olduğu konusunda kesin bir hüküm verilemeyecek durumda olan şahıstır. Veya hünsâ, ya her iki cinsin cinsiyet özelliklerini birlikte taşıyan, ya kendi cinsiyetini belirleyen nitelikleri tam olarak bulunduramayan ya da hiçbir cinsiyet emaresi kendisinde bulunmayan şahıstır. ( Duman: 7)
İslam hukukçuları hünsâyı müşkil ve gayr-i müşkil şeklinde iki kısma ayırırlar ve bu iki kısımdan her birini  farklı hükümlere tabi tutarlar.
1-Gayr-i Müşkil Hünsâ: Her iki cinse ait cinsiyet alametlerini taşımakla birlikte erkek veya kadınlık alametleri açık olup, kolayca erkek veya kadın olduğuna hükmedilebilen kişidir. (Mevsuatu’l-Fıkhıyye:301) Durumun müşkil olmamasından dolayı bunlara gayr-i müşkil hünsâ denilmektedir. Hünsâ ya kadındır, diğer cinse ait özellikler zaid olarak yaratılmıştır veya erkektir diğer cinsin özellikleri zaid olarak yaratılmıştır. (Mevsua: 22) baskın olan cinsiyet özellikleri  dikkate alınarak o cinse ait hükümler uygulanır. Yani kadın olduğuna karar verilirse bu şahıs hakkında kadınlarla ilgili hükümler, erkek olduğuna karar verilirse erkeklerle ilgili hükümler geçerli olur. (Duman: 8)
2- Müşkil Hünsâ: Her iki cinsiyet organına birlikte sahip olan fakat organların birinin diğerine baskınlık arz etmemesi nedeniyle kadın veya erkek olduğuna kolayca hükmedilemeyen, veya hiçbir cinsel organa sahip olmayıp  sadece idrar yapabileceği bir deliği olan kişidir. Fıkhî anlamda hünsâ denilince, daha çok ikinci kategoriye giren şahıslar yani hünsâ-i müşkil kasdedilir. Bunlara müşkil denmesinin sebebi, cinsiyetlerinin tespitindeki zorluk veya imkansızlık nedeniyle kendilerine uygulanacak hükümleri belirlemenin de zor olmasından dolayıdır. (Duman: 8)
Hünsanın cinsiyeti hakkındaki görüşler:
1-Tıp Günümüzde hünsâ birisi hakkında kadın ve erkekten hangi cinse ait hükümlerin uygulanabileceğini tespit etmek için, bu konu ile alakalı (Biyokimya, Patoloji, Genetik, Endokrin, Üroloji, Kadın Doğum, Pediyatri, Çocuk Cerrahisi, Psikiyatri, Plastik Cerrahi) branşlardaki doktorların hünsâyı  incelemeleri neticesinde bir araya gelerek aldıkları karara ve o ana kadar yetiştirilme şekline göre bir değerlendirme yapılarak, en azından hangi cinse daha yakın olduğu tespit edilmeye çalışılır…Ameliyat veya tedavi ile herhangi bir cinse dönüştürülmesi mümkün olanlar varsa kadın veya erkeğe dönüştürülür…Bu kişiler hakkında normal insanlar için geçerli olan hükümler verilir. Eğer herhangi bir cinse dönüştürülmesi mümkün değilse durumu kendisine anlatılır ve bu şekilde yaşamayı kabullenmesi sağlanır. Bunlar için durumlarına özel hükümler verilir. Ancak ameliyat ve tedavi olmak istemeyenler, veya buna fırsat olmadan ölenler, veya doktora gitme imkânı olmayanlar yahut da durumunu gizleyerek yaşamak isteyenler olabilir. Bu durumda bu tür insanların İslâm hukukundaki yeri, diğer kriterlerle tespit edilmeye çalışılır ve durumlarına göre bir takım dini ve hukuki hükümler verilir.(Duman: 9)
2- Karine Tecrübe ile ulaşılan bu belirleme usulü, daha çok hünsânın hangi kategoriye dahil edileceği hususu, tıbbî yöntemlerle tespit imkanının bulunamadığı veya ilgili dönem tıp biliminin bu vak’ayı tespitte yetersiz kaldığı durumlarda söz konusu olabilir. (Duman) Bu durumda olan yani hünsâ-i müşkil kapsamına girenlerin miras taksiminin hangi cinsiyet esas alınarak yapılacağı hususu Hz. Peygamber’e soru olarak yöneltilmiş, Hz. Peygamber de “bu kişinin mirasının idrarını yaptığı organ dikkate alınarak verileceğini” ifade etmişlerdir. (Beyhaki: 82) Hz. Muhammed (s.a.v.) in bu hadisine göre; kişi idrarını kadınlık organından yapıyorsa kadın, erkeklik organından yapıyorsa erkek hükmü verilir. Her iki organdan da yapıyor ise idrarın daha önce geldiği organa göre belirlenir.
Hünsânın İslâm hukukundaki yeri diğer insanlardan yani kadın ve erkeklerden çok farklı değildir. Çünkü İslâm’da önemli olan insan olmaktır. Hak ve sorumluluklara ehil olabilmek için insan olmak yeterlidir. Ancak bu hak ve sorumlulukların keyfiyetinde cinsiyet faktörü önem kazanır. Cinsiyete göre bunları yerine getirme şekilleri değişir. Yapılan bu değişikler de ihtiyaten yapılmıştır. Hünsâ ihtiyaten bazen kadın gibi, bazen erkek gibi kabul edilmiştir. Bazen de onun hakkında iki cinsten de farklı yeni bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre farklı yaklaşımlar bulunmakla birlikte genel olarak hünsâ, miras, diyet, kazf, irtidat, nikâh, gusül, namaz, cenaze, isim koyma, sünnet konularında kadın ve erkekten farklı; emzirme konusunda erkek gibi; âkıle, kasâme, ganimet, savaş, cizye, hakim olma, hilâfet, ezan, imamlık, hac, tesettür, halvet, şehâdet konusunda kadın gibi; ehliyet ve kısas konusunda kadın ve erkekle aynı hüküm verilmiştir. Böylece varolan bir problem, getirilen çözümlerle mümkün olduğu kadar bertaraf edilmeye ve bu problemin çıkmazları aşılmaya çalışılmıştır. Bu araştırmamız neticesinde hünsâ birisine veya hünsâ olarak doğan birisinin anne ve babasına önerimiz; öncellikle hünsâ olarak yaratılmanın, normalde insanların iki el, iki ayak, on parmak, iki kulak, bir burun, bir ağız ile yaratılırken çeşitli sebeplerden dolayı bu yaratmanın istisnası olarak bu organlardan birisinin eksik veya  fazla veya sakat olarak yaratıldığı gibi, bir yaratılma olduğunun kabullenilmesidir. Daha sonra, mümkünse bu konuyu ilgilendiren çeşitli branşlardaki doktorlara gidip durumunu tespit ettirmeleridir. Eğer bu mümkün değilse, diğer kriterlerle, yani idrarını yaptığı organa göre veya kadınlık-erkeklik alâmetlerine göre durumunu belirlemelidirler. Sonra tıp, karineler, hünsânın ikrarı ve yetiştirilme şekli göz önüne alınarak ameliyat ve tedavi ile herhangi bir cinsiyete kavuşturulması mümkünse mutlaka bu yönde çaba gösterilmelidir. Eğer herhangi bir tarafa geçmesi mümkün değilse o vakit durumunu kabullenip hayatını buna göre düzenlemeli ki bu durumdaki insanlar düşünülerek özel fıkhî hükümler belirlenmiştir. Tabii bu konuda tıbbın ilerlemesi veya değişen durumlara göre yapılacak ve söylenecek daha başka şeyler de ortaya çıkacak ve yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulacaktır. (Duman: 23)

1 Mayıs 2014 Perşembe

SEVGİLİYE SATIRLAR

14 ASIR EVVEL DOĞAN GÜNEŞ
  Vakit güneşin gidiş vaktiydi…

 Kızıllık evleri örtüyor, karanlık hafiften kendini gösteriyordu. Zeynep pencerenin önünde oturmuş güneşin gidişini seyrediyordu. Gözleri bir an masanın üstünde duran Kur'an-ı Kerim'e ilişti. İçine dolan huzur tarifsizdi…
 Günlerden perşembeyi gösteriyordu takvim.
  20 Nisan Perşembe...
  14 asır evvel doğan güneşin tarihini...
  Zeynep mutlu, Zeynep sevgi doluydu. Peygamber’ine, Asr-ı saadet efendisine hayrandı, âşıktı, sevgi doluydu. Eline aldığı kalemi sanki konuşuyor, boş kâğıda haykırıyordu. Kalbinden kalemine şu sözler döküldü.
 ''Peygamberim, nur yüzlüm, gül kokulum, canına canımız feda efendim. Mekke'de dünyaya güneşin doğduğu zaman, insanlık senin nurunla nurlandı. Kalpler sevginle doldu. Hazreti Halime gözlerine doyamıyordu. Gelişin Mekke’ninde doğuşuydu. Cahilliğin bitişi, samimiyetsizliğin gidişi, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülüşünün sonuydu.
  Altı yaşındaydın… Öksüzlüğü ardından yetimliği yaşadın. Mekke’de döktüğün gözyaşları hala içimizi yakıyor efendim. Hâlâ anne derken titriyor dilim. Bunca acıya rağmen sen hep ‘ümmetim ‘ derdin. Büyüdün, varlığın insanlığa güç verdi. Müşrikler bile sana Muhammed-ül Emin derdi. Ahlakın bütün insanlığa bedeldi. Kimseyi incitmeyen kalbin, Tarifte , Uhutta,  Hendekte  incindi. Kâbe’deki ağlayışın '' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin'' deyişin geldi aklıma.
   Ey sevgili ..!
   En sevgili ..!
  Özledik... Kokunu, adaletini, ahlakını sevgini özledik… Gelseydin, görseydin bir halimizi. Perişanız efendim, sana muhtacız, şefaatine muhtacız. Kardeşlerimiz gülerek ölümü beklerken, adaletine hasretiz. Sen gittin, sevgisizlik sardı ruhlarımızı, yüreklerimiz çöle döndü efendim. Hani Hz. Enes'le paylaşmıştın ya özlemini '' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim '' demiştin ya. Bende seni öyle çok görmeyi isterdim ki Resulüm. Hiç bir güneş senin yüzün kadar aydınlatamazdı beni. Görseydim, kokunu içime çekteydim gül yüzlüm. Bir ben değil bütün kâinat özleminle yanıp tutuşur. Şimdi bir gelsen kuruyan çöllerimiz hayat bulsa, kanayan yaralarımız dursa, sevgin bütün kardeşlerimizi sarsa. Şimdi bir gelsen, en çok özlenenin özlemi son bulsa…
   Sultanım ..
   Sen ki Medine minberinde '' ümmeti ümmeti '' diye hüznü giyen sevgilim. Sen ki bir eline ayı, bir eline güneşi verseler davandan vazgeçmeyen Resulüm.  Ben seni görmeyen kullardandım. Seni gören kullar kadar sana sevdalıydım. Şimdi bana bıraktığın Kurân-ı Kerim ve sünnetinle hem sevgini hem de özlemini yaşıyorum.
   Ey gönlümün Sultanı ..
  Binlerce salat selam sana olsun nazlı Yârim. Rabbimin nezdinde sana lâyık bir kul olmak duasıyla… Zeynep hıçkırıklarla kalemini bırakmış, suspus olmuştu. Bir nebzede olsa sevgiliye, en sevdiğine içini dökmüştü.
 Sevgili kardeşlerim siz iki cihanın göz bebeğine ne söylemek isterdiniz?
 DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN EFENDİM

HACER ÖZYANIK