Sizce toplumun düzelmesi için en önemli etken nedir?

Hacer ÖZYANIK

                                                             

                                                    Dışarıda acı acı yağmur yağıyordu, sınıfın sessizliğini Dilruba bozdu.
“Öğretmenim, bir soru sorabilir miyim?”
Melek öğretmen ders kitabında kaybolan gözlerini kaldırıp Dilruba’ya baktı ve:
“Sor küçük Meleğim” dedi.
Dilruba “ Öğretmenim, acı nedir, gerçekler nasıl acı olur?” diyerek bakışlarını okuduğu kitaba çevirdi.
Kitabın 26. Sayfasında “Dünya büyük görünüyor ama zannettiğiniz kadar değil. Sizin hayalleriniz nereye kadar ulaşırsa dünyanız o kadardır. Hayaller hep güzel şeyler için kurulur. Hayallerin yanında bir de gerçekler vardır ve gerçekler acıdır…” yazıyordu.
Dilruba acıyı merak etmişti. Acı nasıl bir şeydi, insanlar acıyı ne zaman anlardı?
Melek Öğretmen gözlerini buğulu cama dikti. Camdan öteye, çok ötelere gittiği belliydi.
Anlatmaya başladı.
“Mehmet 19 yaşında kendi halinde okumayı seven bir gençti. İç Anadolu’nun bir kasabasında yaşayan bir ailenin onuncu çocuğuydu. Durumları iyi olmamasına rağmen, babası son çocuğunu okutmak için gece gündüz çalışıyordu. Mehmet’i elinden geldiğince iyi yetiştirmişti ve ona her zaman “ Her ne olursa olsun doğruluktan vazgeçme evladım. İnsanları Allah’ın bir kulu olduğu için sev.” derdi.
Mehmet üniversite sınavına girmiş ve hayalindeki bölümü kazanmıştı. İzmir’de Edebiyat Öğretmenliği okuyacaktı. Küçüklüğünden beri kitapları çok severdi. İlk defa farklı bir şehre gidecekti. Korkunun heyecanla karıştığı bir duyguyu yaşıyordu. Ve yolculuk vakti gelmişti. Annesi “Oğlum, her işin başı Bismillah ’tır. Besmelesiz hiçbir iş yapma, Sen Allah’ın dostu olursan Allah da senin dostun olur.” dedi. 
Mehmet, okuma yazma bilmeyen annesinin ona bu denli verdiği nasihatleri hiç unutmuyordu.
“Hakkınızı helal edin” dedi ve bindi otobüse. Yanında yine dostu olan kitabı vardı. Yol boyu dostunu okudu, okudukça heyecanlandı, korktu ama yine de umut doluydu.
3 ay geçmişti. Mehmet İzmir’e alışamasa da alışmaya çalışıyordu.  Derslerini çok iyi tutuyordu, okulla ev arası bir hayat yaşıyor, annesi ve babasının söylediklerini aklından çıkarmıyordu. Yaşadığı herşeye şükretmeyi biliyordu. Perşembe gününe yetiştirmesi gereken bir ödevi vardı. Masanın başına oturdu ve yazmaya başladı.
“Sevmek, tohum gibidir. Ekimi iyi yaparsan, büyümesi de iyi olur.”
Bu satırları yazısının birinci olmasını sağlamıştı. Melek de yazısından çok etkilenmişti.
Mehmet’in sınıf arkadaşıydı Melek. İzmir’de yaşayan iyi hayatı olan genç bir kızdı. Eğlenmeyi, gezmeyi seviyordu. Bugüne kadar hissetmediği bir şeyi hissetmişti bu satırlarda.
İki ayrı dünyanın iki ayrı insanıydı Melek ve Mehmet. Farklı dünyalar düşüncelerde birleşiyordu. Melek, Mehmet’in cümlelerinde adeta kendini kaybediyordu günden güne. Mehmet’te Melekle konuşmayı çok seviyordu. Günleri beraber karşılıyor, vaktin çoğunu konuşarak geçiriyorlardı. Bu arada okulun bitme zamanı yaklaşmıştı. Melek buna çok üzülüyordu. Mehmet bir yandan ailesinin yanına gideceği ve onlara verdiği sözü tuttuğu için mutluydu. Bir yandan da Melek’ten uzaklaşacağı için hüzünlüydü.
Zaman çabuk geçmiş, okul bitmiş, Mehmet memleketine dönmüştü. Yaz tatili boyunca bir şeyler yazıyordu. En büyük hayali, bir kitabının olmasıydı. “ Ölüm her daim var ama yazılar ölmez.” diye düşünüyordu. Arada Melek’e mektup yazıyordu. Melek istemişti bunu ondan. “ Sesini duyamıyorum, yazdıklarını gönder bana.” demişti.
Birbirlerine karşı duyguları vardı ama ikisi de dile getirmiyordu bunu. Belki de arkadaşlığın getirdiği güzelliği bozmak istemiyorlardı.
Zaman öyle böyle geçmiş, mezun olmuşlardı. Mehmet; memlekete gideceğini, 15 gün sonra Melek için geri döneceğini söylemişti. Ve giderken “Hakkını helal et.” demeyi de unutmadı. Melek “ Ölecekmişsin gibi konuşma derdi. Mehmet de; “Ben ölümü hep yanımda taşıyorum, hatta hepimiz taşıyoruz.” dedi ve güldü. Mehmet gitmişti geriye bir tek gülüşü kalmıştı.
Günler geçmiş takvim yaprağı 15’i göstermişti. Melek merakla bekliyordu. 16, 17, 18, 19…
Takvim yaprakları ağaçtan yaprak düşer gibi düşüyordu ama Mehmet’ten bir haber gelmiyordu. Derken 2 yıl geçmiş, Melek iyi bir Edebiyat Öğretmeni olmuştu. Bir gün girdiği kitapçıda “Ölümü Sevmek” adlı bir kitap gözüne çarptı. Yazarı Mehmet Aydın’dı. Çok şaşırmıştı. Mehmet’in hayali gerçekleşti diye sevindi. Bunca zaman sonra adını görünce garip bir hisse kapıldı. Kitabı okumak için açtığında girişinde:
“Beynimle ölüyorum, ama kalbimle seni seviyorum Meleğim” yazıyordu. Melek kendinden geçmiş, bayılmıştı. Uyandığında hastanedeydi. Kendine geldi ve öğrendi ki; Mehmet’in beyninde tümör vardı ve günden güne ölüyordu. Böylelikle Melek’le bir hayat geçiremezdi. Onu sevip yarı yolda bırakmak yerine hayatına hiç girmemeyi tercih etti.
Melek acıyı hissetmişti işte.
Öğretmen Melek yaşlı gözlerini bir türlü durduramıyordu. Dilruba acının ne olduğunu şimdi anlamıştı. Elindeki kitabıyla öğretmeninin yanına gidip ona sarıldı. Melek Öğretmen “Acı böyle bir şey işte Küçük Meleğim” dedi. Ve gözleri Dilruba’nın kitabına takıldı.

“Mehmet Aydın, Acıyı Sevmek”

                                                                                                                                                    HACER ÖZYANIK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder