Sizce toplumun düzelmesi için en önemli etken nedir?

Muhammet ATİK


Ben babayım bir kız babasıyım. Gülmeyi çok seven, asık suratlı bir babayım. Gerçi gülme duygusunu son gün fark ettim, delilikten olsa gerek.
Adım Sefer. Otuzu biraz aşkın yaşında, yüzü eskimiş, sigaradan dişleri sararmış Sefer.   Masum Ayşenur’un babası cadaloz ve de zalim Yeşer’in kocasıyım. Pek muhtemeldir ki çoğu televizyon kanalından tanıyacaksınız beni. Olsun bide benden dinleyin istedim.
Hayatta yapılabilecek en zekice eylemin deliyi oynamayı olduğuna inanırım ama bir türlü cesaret edememiştim şimdiye kadar. Bu sefer tüm cesaretimi toplayıp bir sefere çıkmaya ve o deliyi oynamaya karar verdim. Hem de bu sabah namazından hemen sonra.                                                                            Umarım şehirdeki tüm itfaiyeciler uyuyordur.
Olaylar çok hızlı gelişti aslında. Her zaman ki gibi iş de, yani yoğun bir şekilde öğrencileri kandırma peşindeydim. Özel bir bankanın saha görevlisiyim. Ve devamlı sırıtık bir vaziyette, üniversiteye yeni başlayan, saf ve iler ki senelerde başlarına hangi talih kuşunun çıkacağını bilmeyen gariban öğrencilere kredi kartı vermenin peşindeyim. Bizim müdür insaflı bir şerefsizdir yalnız bırakmadı beni, Selin ile birlikteyim bu işte. Herkes kandırdığı müşteri kadar değerli bizim müdürün gözünde. Benim vicdanlı olduğum kadar Selin de alımlı biri. Eee haliyle sidik yarışına da giremiyorum bizim alımlıyla. Alımlı dediysem aldığı Avonlarla alımlı oluyor.
Neyse bugün bu işin bir aylık zamanının son günüydü. Gönül kelepçeleriyle bankaya bağladığım müşteri sayısı on. Bizim alımcının ki yani Selin’in bankaya bağladığı müşteri sayısı yüz on beş. Allah aşkına bizim müdürün bana sinirlenmesini hanginiz yadırgarsınız. Hiçbiriniz.
Derken önce laf, sonra göze göz dişe diş kavgası ee sonrası ya istifa ya da kovuluş.
Lan Selin,  zırtapoz Selin. Okuyucu kitlesinin duymak istemediği küfürleri sayasım gelen Selin. Lan oğlum neden abarttın lan!
İşsiz bir babaydım artık eve döndüğümde. Cadalozun yüzüne baksanız kadın cinsinden soğursunuz. Allah’tan dünyalar tatlısı kızımın yüzüne bakıyorum.
Eşim günde en az altı saat televizyon izler ve moda programlarına bayılır. Victoria’s  Secret  ilk tercihlerindendir. Mutsuz etmek istediğinizde bir moda dergisi koysanız yeter önüne. Yarım saate kıyafet ihtiyacı gelir aklına ve burnuna estetik yaptırma düşüncesini yineler. Bu da benim fıttırmam için yeter. Beni boşayıp biriyle evlenecek diye düşünüyorum ara sıra. Gerçi kızımız olmasaydı ben daha erken davranırdım ya neyse.
Ben bir çocuk babasıyım ve işsiz bir babayım. Dünyamızda yılda yirmi milyon çocuk açlıktan ölürken 1,4 milyar aç insan varken,  600 milyon kişi koşu bandında göbeğini eritmeye çalışırken ben bir babayım. Ve ben Yeşer’in kocasıyım.
Daha kovulduğumu söyleyemedim cadaloza ama söylemek için en ideal zamanı bekliyor ve en orijinal yalanı arıyorum. Yemekteyiz‘i izliyoruz akşam yemeğini yerken. Kumandayı kapıp değiştiriyorum kanalı. Evet, lanet olası reklamlar!
- Ateş bizi çağırıyormuş, tiksiniyorum yediğinden ..
- Erkeğin kadını kandırdığı parfüm reklamı, bir parfümle mi?  Hadi yaa , eski işe giderken neden hiç sıkmadım ki!
- Ped reklamı , yorum yapamayacağım!
- Cola reklamı, adınızı marketlerde görebilirsiniz aman ne faydalı içecek!
- Cips reklamı, iki tür kadın oynuyor bu reklamlarda, birincisi bize sahip olan kadına benziyor annemize; diğeri de bizim sahip olmak istediğimiz cinsten!
- Milyonluk ofis reklamı, ilgi alanımız değil paramız yok o kadar.
- Banka reklamı, artistlerden biri oynuyor ve yavşak gibi sırıtıyor.
- Bu da reklam ama anlayamadım neyin reklamı kadının da olabilir, indiği arabanında, üstünde ki dar pantolonun da başka bir şeyin de, bilemedim .
Çıldırıyorum ve kanalı bir kez daha değiştiriyorum.
Ekonomi programı ve ” Serbest Piyasa Ekonomisi  “ yalanını tartışıyorlar büyük bir iştahla.
Hemen yemeğimi bitirip balkona çıkıyorum ve Cameli yakıyorum. O sırada yolun kenarındaki panoda olan mobilya reklamını okumaya çalışıyorum. Sezon sonu indirimi varmış ve şunları şunları alanlara bunlar hediyeymiş. Hadi ya! Yedim bende , hem yemekten yeni kalktım elimde de sigara var hem de Camel.
Marka sigaramı çekerken içime , iş düşünüyorum ve hırsız CEO’ların hayat hikâyeleri ne kadar da tatlı geliyor bana. Vay be adamlar neleri başarmışlar be! Zamansız zemherinin çılgın p….!
Tekrar içeri girip kuzu gibi çekyatın kıyısına ilişiyorum sessizce. Televizyonda haberler veriliyor.
-Ortadoğu yine karışık, Allah Esad’ın belasını versin diyorum.
-Maden de kaza, bakan kim suçluysa cezasını çekecek diyor.
-Deprem, vatandaşın biri korkudan su yerine çamaşır suyu içmiş komada yatıyormuş.
Kumandaya tekrar basılıyor!
-Beyaz Türklerin hayatını anlatan dizi, bugün kocasını kiminle aldatsa acaba?
Ve televizyonu kapatmak geliyor aklıma sonunda.
Hanımla göz göze geldik işte sonunda. Ne kadar yalnız olduğumu fark ediyorum.
İşten atıldım diye bir anda çıkıveriyor ağzımdan işte o cümle.
Bundan sonraki o hal ve tavırları ve de lafları anlatacak kadar işin ehli bir yazar değilim sayın okuyucu hayal gücünüze güveniyorum.
Bağrışmalarımızdan küçük Ayşenur’um korkmuş, ağlıyor.
Erkeğe şiddete hayır diye yürüyüş yapan delikanlılar hayal ediyorum kalıplı, sakallı ve gözünün üstü şişmiş delikanlılar.
Bir Camel daha yakıyorum, bu sefer salonda içiyorum ve kendime korkma oğlum Sefer diyerek.
Sonra sigaramı bitirip bilgisayarın başına geçtim. Her şeyden haberi olan Google efendiye molotof nasıl yapılır diye sordum ve işin inceliklerini öğrendim. Sonra malzemeleri tedarik edip eve döndüm.
İlk defa eve bu kadar kararlı ve yeşeren duygularla geldiğimi fark ettim Yeşer’e rağmen. Sokak karanlık ve de kedi sesleriyle doluydu. Kedilerin derdi neydi bu saatte?
Eve geldiğimde saat on ikiyi beş geçiyordu. Ayşenur’um çekyat üzerinde uyuya kalmıştı. Uyandırmak istedim bir an. Ama çıkacağım seferi ertelerim diye vazgeçtim. Kucaklayıp odasına götürdüm üstüne değiştirdim. Mışıl mışıl uyuyordu şimdi yatağında. Ayşenur’um bahtsız talihsiz yavrum benim.
Sekiz yaşında henüz. Dondurmayı çok sever. Güldüğünde taa derinden güler. Ne çok sevinmiştim doğduğunda. Hayatın anlamı değişmişti benim için, onun dünyaya geldiği gün. Ve ben çok çabuk pes ediyordum ona haksızlık ediyordum giderek. Kalıp defalarca onun için çabalamaya değerdi hayat. Fakat ben ilk defa kolayı seçiyordum ve bunu kendime açıklayamıyordum. Çıkardığım gömleğini kokladım defalarca. Saçlarını okşadım ve doyasıya öptüm. Uzun zaman sonra ilk defa gözlerimden yaş aktı Ayşenur’umun yanaklarına. Bu gidiş affedilemeyecek bir günahtı, biliyorum.
Sonra mutfağa geçip çaydanlığın altını yaktım akşamdan kalan çayı ısıtıp bir fincan çay aldım. Sigara üstüne sigara yaktım. Uyumaya niyetim yoktu çünkü planımı ona göre yapmıştım sabah huzurlu bir uykuyu planlıyordum. Molotof malzemelerini alıp garaja indim on beş tane molotof kokteyli hazırladım. Niyetim şehirden öç almaktı; aklıma gelen tek delilik buydu. Sonra molotofları otomobilin bagajına yerleştirdim ve son kez yukarı çıktım. Yatak odasına geçtim önce. O bir zamanlar sensiz yaşayamam dediğim şimdilerde ise beni bana yabancı eden Yeşer’e baktım ve olmasaydı keşke sonumuz böyle diye düşündüm. Ve ilk tanıdığım zamandan beri yaşadıklarımız geldi aklıma. O ilk buluşamamalar, o peşinden koştuğum günler, neydi onlar öyle.
Yeşer’i ilk defa üniversite son sınıfta okurken görmüştüm de o kaşlarına o gözlerine ne de çok vurulmuştum. Gördüğüm ilk dakikadan itibaren kararımı vermiştim. Hayırlısıysa olsun diyenlere ne gülmüştüm ama. Bu güzellikten başka hayırlısı olur mu hiç demiştim. Sonra, ona kavuşamazken edilen bir duaya nasıl âmin demiştim, hatırladım acı bir gülümsemeyle. Cuma namazını kılmış camiden çıkıyordum bir gün. Dilenen teyze ne de içten dua ediyordu.
Allah dert vermesin, Allah sevdiğine kavuştursun
Allah dert vermesin Allah sevdiğine kavuştursun.
Sonra dudaklarımdan “Dua dağıtan dilencinin duası tutsa da sana kavuşsam Yeşer ’im “ diye bir cümle döküldü en içten dileğimle.
Üstelik şimdiye kadar hiçbir dilenciye bir kuruş bile vermemiştim, hepsinin üçkâğıtçı olduklarını düşünürdüm ama nedense duasını sevmiştim çünkü âşıktım ve sadece kavuşmanın hayırlı olacağını düşünüyordum.  
Şimdi düşünüyorum da isteğin değeri istenilene ve hayırlı olup olmaması bağlıymış. Velev ki tüm dilenciler sahtekâr olsun ne yazar ki biz bankacıların yanında ne kalır ki. Biz bankacılar ve diğer kan emiciler dilenciler kadar gururlu olabilseydik keşke. Onlar hiç değilse bizlerle aynı cadde üzerinde oturup bizim dilimizden konuşup ve en azından istiyorlardı. Biz ve diğer kan emiciler halkın haberi olmadan onları soyup soğana çeviriyorduk ve kendimizi gizleyebiliyorduk. Beni sefere çıkaran belli başlı nedenlerdendi bunlar da.Keşke o dilenci teyzenin ilk duasını dileseydim Allahtan.
Bu duygularla Yeşer’e uzun uzun baktıktan sonra salona geçtim. Saat gece 03.45 olmuştu. Abdest alıp sabah namazını eda ettikten sonra son bir kez kızımın odasına gidip kızımı öpüp kokladım Allah’a emanet edip aşağıya inip otomobile geçtim.
Evden çıkarken saat sabahın dördüydü ve etraf karanlık sayılırdı hala. Oturduğum mahallenin alt caddesindeydi çalıştığım banka. İlk hedefim orasıydı. Sonra o cadde de bulunan diğer on bankada nasibini almıştı molotoflardan. Sonra arabayı orada bırakarak koştum hiç durmadan. On beş dakika koştuktan sonra dönüp arkama baktım. Fevkalade bir yangındı. Gözüme aydındı. İtfaiye ve polis sirenlerinin sesleri birbirine karışmıştı ve bana oynak bir Ankara havasını çağrıştırıyordu.
Ve sıra hayatımın ilk hırsızlığına gelmişti. Trabzon meydan sahilinden çaldığım kürekli tekneye atladım ve üstümde olan tüm giysilerimi çıkarıp yaktım. Çoğu da marka giysilermiş yeni fark ettim.
Allah eşyaları kulları için yaratmıştı ve kullarını da kendisi için, ama biz insanlar ne eşyalara doyduk ne de Allah’a kulluğa geldiğimizi hatırladık. İnsanların şanına bakıyorduk eşyaların markalarına. Onun için tüm bu reklamlara, televizyonlara, gazetelere kanmamız bundandı. Ve yine ondandır ki sağlam kalmıyordu dostluklarımız, evliliklerimiz, insani ilişkilerimiz. Neyse şimdi sefer zamanıydı. Bunlar için sefere çıkıyordum. Bunlardan kurtulmak için.
Yağmur yağıyordu akşamdan beri. Şimdi de şiddetle yağmaya devam ediyordu ve ben aldığım peştamala sarılarak bindim kayığa. Ve sıfır noktasındaydım, başlangıçtaydım, denizin tam kenarındaydım. Trabzon’a bağırdım:
Bu sefer sefer de deli Sefer.
İyice ıslanmıştım ve yeterince dalgalıydı Karadeniz. Boğulmaktan da çok korkuyordum ayrıca.
Bir buçuk saat kürek çekmiştim ve yeterince uzaklaşmıştım kıyıdan. Üzerimde sadece peştamal vardı. Ve beni mutsuz edecek hiçbir şey yoktu etrafta. Ne gazeteler ne televizyon ne reklam billboardları ne insanı çıldırtan binalar ne de sabahın köründe yollara düşmüş insanlar. Muhteşem bir sadelik vardı. Allah’a şükürler olsun güneşimde doğmuştu ve denizimde masmaviydi. Mutluydum, huzurluydum ve de çok yorgundum. Ve gülmenin eşsiz tadına yeni varıyorum.
Kıyıya bırakamadığım sigaramın son dalını da yakıp dilime dolanan türküyü mırıldandım:
Gurbette ömrüm geçecek
Bir daracık yerim de yok
Oturup derdim dökecek
Bir vefalı yârim de yok…
Akşam haberlerini sunuyoruz sevgili seyirciler:
Trabzon’da on banka yanarak kül oldu. Akıl sağlığından şüphe edilen Sefer adlı vatandaş bankaları ateşe verdikten sonra kayıkla Rusya’ya kaçmayı denedifakat o sırada oradan geçen lüks bir yat kayığı altına alarak parçaladı. Güvenlik ekipleri ve arama kurtarma ekipleri geniş çaplı bir operasyon başlattı.
Ben Sefer deli Sefer!
Ölmeden önce yakalanıp idamla yargılansaydım ve son isteğimi soracak olsalardı yüzsüzlük edip iki şey isterdim:
Birincisi deli raporumun çıkması, ikincisi de reklamların yasaklanıp bankaların kapatılması olurdu.
                                                                                                                                            Muhammed ATİK

2 yorum:

  1. Başarılı bir çalışma olmuş. insanı etkileyen güzel tespitler var. kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Allah razı olsun kardeş dünyada ki gerçek olan en önemli şeye vurgu yapmışsın başarıların devamını diiliyorum...

    YanıtlaSil