Ben babayım bir kız babasıyım.
Gülmeyi çok seven, asık suratlı bir babayım. Gerçi gülme duygusunu son gün fark
ettim, delilikten olsa gerek.
Adım Sefer. Otuzu biraz aşkın
yaşında, yüzü eskimiş, sigaradan dişleri sararmış Sefer. Masum Ayşenur’un babası cadaloz ve de zalim
Yeşer’in kocasıyım. Pek muhtemeldir ki çoğu televizyon kanalından
tanıyacaksınız beni. Olsun bide benden dinleyin istedim.
Hayatta yapılabilecek en zekice
eylemin deliyi oynamayı olduğuna inanırım ama bir türlü cesaret edememiştim şimdiye
kadar. Bu sefer tüm cesaretimi toplayıp bir sefere çıkmaya ve o deliyi oynamaya
karar verdim. Hem de bu sabah namazından hemen sonra. Umarım
şehirdeki tüm itfaiyeciler uyuyordur.
Olaylar çok hızlı gelişti
aslında. Her zaman ki gibi iş de, yani yoğun bir şekilde öğrencileri kandırma
peşindeydim. Özel bir bankanın saha görevlisiyim. Ve devamlı sırıtık bir
vaziyette, üniversiteye yeni başlayan, saf ve iler ki senelerde başlarına hangi
talih kuşunun çıkacağını bilmeyen gariban öğrencilere kredi kartı vermenin
peşindeyim. Bizim müdür insaflı bir şerefsizdir yalnız bırakmadı beni, Selin ile
birlikteyim bu işte. Herkes kandırdığı müşteri kadar değerli bizim müdürün
gözünde. Benim vicdanlı olduğum kadar Selin de alımlı biri. Eee haliyle sidik
yarışına da giremiyorum bizim alımlıyla. Alımlı dediysem aldığı Avonlarla
alımlı oluyor.
Neyse bugün bu işin bir aylık
zamanının son günüydü. Gönül kelepçeleriyle bankaya bağladığım müşteri sayısı on.
Bizim alımcının ki yani Selin’in bankaya bağladığı müşteri sayısı yüz on beş.
Allah aşkına bizim müdürün bana sinirlenmesini hanginiz yadırgarsınız. Hiçbiriniz.
Derken önce laf, sonra göze göz
dişe diş kavgası ee sonrası ya istifa ya da kovuluş.
Lan Selin, zırtapoz Selin. Okuyucu kitlesinin duymak
istemediği küfürleri sayasım gelen Selin. Lan oğlum neden abarttın lan!
İşsiz bir babaydım artık eve döndüğümde.
Cadalozun yüzüne baksanız kadın cinsinden soğursunuz. Allah’tan dünyalar
tatlısı kızımın yüzüne bakıyorum.
Eşim günde en az altı saat
televizyon izler ve moda programlarına bayılır. Victoria’s Secret
ilk tercihlerindendir. Mutsuz etmek istediğinizde bir moda dergisi koysanız
yeter önüne. Yarım saate kıyafet ihtiyacı gelir aklına ve burnuna estetik
yaptırma düşüncesini yineler. Bu da benim fıttırmam için yeter. Beni boşayıp
biriyle evlenecek diye düşünüyorum ara sıra. Gerçi kızımız olmasaydı ben daha
erken davranırdım ya neyse.
Ben bir çocuk babasıyım ve işsiz
bir babayım. Dünyamızda yılda yirmi milyon çocuk açlıktan ölürken 1,4 milyar aç
insan varken, 600 milyon kişi koşu
bandında göbeğini eritmeye çalışırken ben bir babayım. Ve ben Yeşer’in kocasıyım.
Daha kovulduğumu söyleyemedim
cadaloza ama söylemek için en ideal zamanı bekliyor ve en orijinal yalanı arıyorum.
Yemekteyiz‘i izliyoruz akşam yemeğini yerken. Kumandayı kapıp değiştiriyorum
kanalı. Evet, lanet olası reklamlar!
- Ateş bizi çağırıyormuş,
tiksiniyorum yediğinden ..
- Erkeğin kadını kandırdığı
parfüm reklamı, bir parfümle mi? Hadi yaa
, eski işe giderken neden hiç sıkmadım ki!
- Ped reklamı , yorum
yapamayacağım!
- Cola reklamı, adınızı
marketlerde görebilirsiniz aman ne faydalı içecek!
- Cips reklamı, iki tür kadın
oynuyor bu reklamlarda, birincisi bize sahip olan kadına benziyor annemize;
diğeri de bizim sahip olmak istediğimiz cinsten!
- Milyonluk ofis reklamı, ilgi
alanımız değil paramız yok o kadar.
- Banka reklamı, artistlerden
biri oynuyor ve yavşak gibi sırıtıyor.
- Bu da reklam ama anlayamadım
neyin reklamı kadının da olabilir, indiği arabanında, üstünde ki dar pantolonun
da başka bir şeyin de, bilemedim .
Çıldırıyorum ve kanalı bir kez daha
değiştiriyorum.
Ekonomi programı ve ” Serbest Piyasa
Ekonomisi “ yalanını tartışıyorlar büyük
bir iştahla.
Hemen yemeğimi bitirip balkona
çıkıyorum ve Cameli yakıyorum. O sırada yolun kenarındaki panoda olan mobilya
reklamını okumaya çalışıyorum. Sezon sonu indirimi varmış ve şunları şunları
alanlara bunlar hediyeymiş. Hadi ya! Yedim bende , hem yemekten yeni kalktım elimde
de sigara var hem de Camel.
Marka sigaramı çekerken içime , iş
düşünüyorum ve hırsız CEO’ların hayat hikâyeleri ne kadar da tatlı geliyor bana.
Vay be adamlar neleri başarmışlar be! Zamansız zemherinin çılgın p….!
Tekrar içeri girip kuzu gibi
çekyatın kıyısına ilişiyorum sessizce. Televizyonda haberler veriliyor.
-Ortadoğu yine karışık, Allah Esad’ın
belasını versin diyorum.
-Maden de kaza, bakan kim
suçluysa cezasını çekecek diyor.
-Deprem, vatandaşın biri korkudan
su yerine çamaşır suyu içmiş komada yatıyormuş.
Kumandaya tekrar basılıyor!
-Beyaz Türklerin hayatını anlatan
dizi, bugün kocasını kiminle aldatsa acaba?
Ve televizyonu kapatmak geliyor
aklıma sonunda.
Hanımla göz göze geldik işte
sonunda. Ne kadar yalnız olduğumu fark ediyorum.
İşten atıldım diye bir anda
çıkıveriyor ağzımdan işte o cümle.
Bundan sonraki o hal ve tavırları
ve de lafları anlatacak kadar işin ehli bir yazar değilim sayın okuyucu hayal
gücünüze güveniyorum.
Bağrışmalarımızdan küçük Ayşenur’um
korkmuş, ağlıyor.
Erkeğe şiddete hayır diye yürüyüş
yapan delikanlılar hayal ediyorum kalıplı, sakallı ve gözünün üstü şişmiş
delikanlılar.
Bir Camel daha yakıyorum, bu
sefer salonda içiyorum ve kendime korkma oğlum Sefer diyerek.
Sonra sigaramı bitirip
bilgisayarın başına geçtim. Her şeyden haberi olan Google efendiye molotof
nasıl yapılır diye sordum ve işin inceliklerini öğrendim. Sonra malzemeleri
tedarik edip eve döndüm.
İlk defa eve bu kadar kararlı ve
yeşeren duygularla geldiğimi fark ettim Yeşer’e rağmen. Sokak karanlık ve de
kedi sesleriyle doluydu. Kedilerin derdi neydi bu saatte?
Eve geldiğimde saat on ikiyi beş
geçiyordu. Ayşenur’um çekyat üzerinde uyuya kalmıştı. Uyandırmak istedim bir an.
Ama çıkacağım seferi ertelerim diye vazgeçtim. Kucaklayıp odasına götürdüm
üstüne değiştirdim. Mışıl mışıl uyuyordu şimdi yatağında. Ayşenur’um bahtsız
talihsiz yavrum benim.
Sekiz yaşında henüz. Dondurmayı
çok sever. Güldüğünde taa derinden güler. Ne çok sevinmiştim doğduğunda.
Hayatın anlamı değişmişti benim için, onun dünyaya geldiği gün. Ve ben çok
çabuk pes ediyordum ona haksızlık ediyordum giderek. Kalıp defalarca onun için
çabalamaya değerdi hayat. Fakat ben ilk defa kolayı seçiyordum ve bunu kendime açıklayamıyordum.
Çıkardığım gömleğini kokladım defalarca. Saçlarını okşadım ve doyasıya öptüm.
Uzun zaman sonra ilk defa gözlerimden yaş aktı Ayşenur’umun yanaklarına. Bu
gidiş affedilemeyecek bir günahtı, biliyorum.
Sonra mutfağa geçip çaydanlığın
altını yaktım akşamdan kalan çayı ısıtıp bir fincan çay aldım. Sigara üstüne
sigara yaktım. Uyumaya niyetim yoktu çünkü planımı ona göre yapmıştım sabah
huzurlu bir uykuyu planlıyordum. Molotof malzemelerini alıp garaja indim on beş
tane molotof kokteyli hazırladım. Niyetim şehirden öç almaktı; aklıma gelen tek
delilik buydu. Sonra molotofları otomobilin bagajına yerleştirdim ve son kez
yukarı çıktım. Yatak odasına geçtim önce. O bir zamanlar sensiz yaşayamam
dediğim şimdilerde ise beni bana yabancı eden Yeşer’e baktım ve olmasaydı keşke
sonumuz böyle diye düşündüm. Ve ilk tanıdığım zamandan beri yaşadıklarımız
geldi aklıma. O ilk buluşamamalar, o peşinden koştuğum günler, neydi onlar
öyle.
Yeşer’i ilk defa üniversite son
sınıfta okurken görmüştüm de o kaşlarına o gözlerine ne de çok vurulmuştum.
Gördüğüm ilk dakikadan itibaren kararımı vermiştim. Hayırlısıysa olsun
diyenlere ne gülmüştüm ama. Bu güzellikten başka hayırlısı olur mu hiç demiştim.
Sonra, ona kavuşamazken edilen bir duaya nasıl âmin demiştim, hatırladım acı
bir gülümsemeyle. Cuma namazını kılmış camiden çıkıyordum bir gün. Dilenen
teyze ne de içten dua ediyordu.
Allah dert vermesin, Allah
sevdiğine kavuştursun
Allah dert vermesin Allah sevdiğine
kavuştursun.
…
Sonra dudaklarımdan “Dua dağıtan
dilencinin duası tutsa da sana kavuşsam Yeşer ’im “ diye bir cümle döküldü en
içten dileğimle.
Üstelik şimdiye kadar hiçbir
dilenciye bir kuruş bile vermemiştim, hepsinin üçkâğıtçı olduklarını düşünürdüm
ama nedense duasını sevmiştim çünkü âşıktım ve sadece kavuşmanın hayırlı
olacağını düşünüyordum.
Şimdi düşünüyorum da isteğin
değeri istenilene ve hayırlı olup olmaması bağlıymış. Velev ki tüm dilenciler
sahtekâr olsun ne yazar ki biz bankacıların yanında ne kalır ki. Biz bankacılar
ve diğer kan emiciler dilenciler kadar gururlu olabilseydik keşke. Onlar hiç
değilse bizlerle aynı cadde üzerinde oturup bizim dilimizden konuşup ve en azından istiyorlardı. Biz ve diğer
kan emiciler halkın haberi olmadan onları soyup soğana çeviriyorduk ve
kendimizi gizleyebiliyorduk. Beni sefere çıkaran belli başlı nedenlerdendi
bunlar da.Keşke o dilenci teyzenin ilk duasını dileseydim Allahtan.
Bu duygularla Yeşer’e uzun uzun
baktıktan sonra salona geçtim. Saat gece 03.45 olmuştu. Abdest alıp sabah
namazını eda ettikten sonra son bir kez kızımın odasına gidip kızımı öpüp
kokladım Allah’a emanet edip aşağıya inip otomobile geçtim.
Evden çıkarken saat sabahın
dördüydü ve etraf karanlık sayılırdı hala. Oturduğum mahallenin alt caddesindeydi
çalıştığım banka. İlk hedefim orasıydı. Sonra o cadde de bulunan diğer on
bankada nasibini almıştı molotoflardan. Sonra arabayı orada bırakarak koştum
hiç durmadan. On beş dakika koştuktan sonra dönüp arkama baktım. Fevkalade bir
yangındı. Gözüme aydındı. İtfaiye ve polis sirenlerinin sesleri birbirine
karışmıştı ve bana oynak bir Ankara havasını çağrıştırıyordu.
Ve sıra hayatımın ilk
hırsızlığına gelmişti. Trabzon meydan sahilinden çaldığım kürekli tekneye atladım
ve üstümde olan tüm giysilerimi çıkarıp yaktım. Çoğu da marka giysilermiş yeni
fark ettim.
Allah eşyaları kulları için
yaratmıştı ve kullarını da kendisi için, ama biz insanlar ne eşyalara doyduk ne
de Allah’a kulluğa geldiğimizi hatırladık. İnsanların şanına bakıyorduk
eşyaların markalarına. Onun için tüm bu reklamlara, televizyonlara, gazetelere
kanmamız bundandı. Ve yine ondandır ki sağlam kalmıyordu dostluklarımız, evliliklerimiz,
insani ilişkilerimiz. Neyse şimdi sefer zamanıydı. Bunlar için sefere
çıkıyordum. Bunlardan kurtulmak için.
Yağmur yağıyordu akşamdan beri.
Şimdi de şiddetle yağmaya devam ediyordu ve ben aldığım peştamala sarılarak
bindim kayığa. Ve sıfır noktasındaydım, başlangıçtaydım, denizin tam
kenarındaydım. Trabzon’a bağırdım:
Bu sefer sefer de deli Sefer.
İyice ıslanmıştım ve yeterince
dalgalıydı Karadeniz. Boğulmaktan da çok korkuyordum ayrıca.
Bir buçuk saat kürek çekmiştim ve
yeterince uzaklaşmıştım kıyıdan. Üzerimde sadece peştamal vardı. Ve beni mutsuz
edecek hiçbir şey yoktu etrafta. Ne gazeteler ne televizyon ne reklam billboardları
ne insanı çıldırtan binalar ne de sabahın köründe yollara düşmüş insanlar.
Muhteşem bir sadelik vardı. Allah’a şükürler olsun güneşimde doğmuştu ve
denizimde masmaviydi. Mutluydum, huzurluydum ve de çok yorgundum. Ve gülmenin
eşsiz tadına yeni varıyorum.
Kıyıya bırakamadığım sigaramın son dalını da yakıp dilime
dolanan türküyü mırıldandım:
Gurbette ömrüm geçecek
Bir daracık yerim de yok
Oturup derdim dökecek
Bir vefalı yârim de yok…
Akşam
haberlerini sunuyoruz sevgili seyirciler:
Trabzon’da
on banka yanarak kül oldu. Akıl sağlığından şüphe edilen Sefer adlı vatandaş
bankaları ateşe verdikten sonra kayıkla Rusya’ya kaçmayı denedifakat o sırada oradan
geçen lüks bir yat kayığı altına alarak parçaladı. Güvenlik ekipleri ve arama
kurtarma ekipleri geniş çaplı bir operasyon başlattı.
Ben
Sefer deli Sefer!
Ölmeden
önce yakalanıp idamla yargılansaydım ve son isteğimi soracak olsalardı
yüzsüzlük edip iki şey isterdim:
Birincisi
deli raporumun çıkması, ikincisi de reklamların yasaklanıp bankaların
kapatılması olurdu.
Muhammed ATİK
Başarılı bir çalışma olmuş. insanı etkileyen güzel tespitler var. kaleminize sağlık
YanıtlaSilAllah razı olsun kardeş dünyada ki gerçek olan en önemli şeye vurgu yapmışsın başarıların devamını diiliyorum...
YanıtlaSil