İBRAHİM’İN Mİ YOKSA AİSOPOS’UN KARINCASI MI OLACAĞIZ?
Hamd yalnızca alemlerin rabbi olan Allah için; salât Muhammet Mustafa(sav) için; selam ise onun temiz âli’nin, eshabının tamamı ve Allah’ın muttakı kulları üzerine olsun.
‘’Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini çok yakında öğrenecekler’’ (Şuara: 26,227).
Öyle zannediyorum ki; yapacağımız her eylemde istediğimiz yönde değişim ve gelişim istiyorsak öncelikle amacımızı tam olarak belirlememiz gerekir. İsmet Özel mü’mini; yaptığı işle ihya olan, ihya olmadığı işi terk eden kişi olarak tanımlıyor. Aslında inandığımız doğrultuda bir hayat sürebilmenin peşindeysek her an bu soruyla yaşıyor olmalıydık. Öyleki ben bu yazıyı niçin yazıyorum, ve sizler niçin okuyorsunuz? Bu eylemlerimiz bizi daha ne yapacak? Eğer cevaplarımız daha ahlaklı, daha karakterli velhasıl daha Müslüman olmak istikametinde ise doğru yoldayızdır, eyvallahtır.
Hepimizin tekâmül etmesinde yadsınamaz emekleri olan ilkokul yıllarımızda mazlum ‘’ağustos böceği ile kâfir karıncanın’’ hikâyesini defalarca anlattılar ve karıncadan taraf olduk. Belki de birkaç aylık ömrüyle faniliği temsil etmesi gereken ağustos böceği yaratıcının kendine verdiği görevi tamamlamış yumurtasını bırakmış böylece eleğini asmış ve dünyayı terketmiş olmalıydı. Fakat öyle olmadı. Yaz günü yiyip içen cırcır böceği kışın yiyeceğe muhtaç olup karıncanın kapısını çaldığında karınca onu ölüme terketmekle kalmayıp, yazın saz çaldın şimdi de oyna diye alay edip onuruyla oynadı. Halbuki o saz çalıp eğlenmenin değil, kur yaparak eş bulmanın, yumurtasını bırakıp fani dünyadaki görevini tamamlamanın peşindeydi. Fakat kapitalist karınca bunu anlayamamıştı.
Bir de İbrahim’in karıncası vardı. Allah’ın Rasûlü ateşe atılacağı zaman, olayın akıbetini değiştirme ihtimali söz konusu bile olmadığını belki de en iyi kendisi biliyordu. Onun güçsüzlüğüyle alay eden kınayıcılara verdiği cevapla hepimize İbrahimi duruşu öğretmiş, yaratıcının kendine verdiği kulluk görevini tamamlayıp gitmişti. Evet, o küçücük bir karıncaydı. Ağzındaki bir damla suyla bırakın ateşi söndürmeyi, ateşe bile yaklaşmadan kül olacaktı. Ama en azından safı belli olurdu.
Rahmetli Prof. Dr. Osman Turan Hoca dünyayı; bilinçli olarak iman edenlerle bilinçli olarak küfredenlerin kavga ettiği yer olarak tanımlıyor ve bu iki kısım insanların da toplumlarda yaklaşık olarak yüzde beşlik oranlarda bulunduğunu geriye kalan yüzde doksanlık zevatın ise hangi beşlik dilim işini daha güzel yaparsa ona itaat edeceğini bizlere yıllar öncesinden söylemiş, fani dünyadaki görevini tamamlamış ve gitmiştir.
Yaptığımız işlerin ilahi anlamda başarıya ulaşabilmesi için amacımızı tam olarak belirledikten sonra belirlememiz gereken şey metodoloji yani nasıl yapılacağıdır. Müslüman kalmak ve İbrahim’i duruş sergilemek istiyoruz dedikten sonra karşımıza ‘’nasıl’’ sorusunun çıkması kaçınılmazdır. İslami kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla evvel zamanda hak ile batılı ayırabilmek daha kolayken, modernizm ideolojisinin muktedirlerinin hakim olduğu bu çağda hak ile batılı ayırmak o kadar da kolay değildir. Sezai Karakoç, Kardeşim İbrahim bana mermer putları, Nasıl devireceğimi öğretmişti, Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım, Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini, nasıl sileceğimi öğretmediniz… diye yeşil sarıklı ulu hocalara seslenirken bizimle aynı zihinsel sancıyı yaşamış aynı çaresizliğin içine düşmüştü. Eğer dünya şirk ile tevhidin kavgasıyla süregeliyorsa kişiler şartlar ve olaylar değişse de temelde kavganın değişmediğine anlamamız zor olmayacaktır. Bütün kavgamız İbrahim’i duruş sergileyebilmek ve mü’min kalabilmek ise otorite olarak yalnızca Allah’ı kabul etmemiz gerekecektir. Bu doğrultu da Kuran-ı Kerim’den ve Rasulullah’in(sav) hayatından örnekler yolumuzu aydınlatacak, bizlere rehber olacaktır.
Hz.
Musa, Firavun iktidarının çeşitli zalimlikleri büyük bir titizlikle uygulandığı
bir zamanda, ilahi hakikatleri bildirmek ve zorba idarenin ‘’azgınlıklarını’’
terketmesi için ilahi bir görevle görevlendirildi. Allah ona; ‘’ Şimdi artık
Firavun’a git, şüphe yok ki, O pek azdı’’ (Taha, 20:24) emrini verdi. Hz.
Musa’nın uyarılarına karşı Firavun’un ilk tepkisi oldukça tuhaftı. Hz. Musa’nın
kendi yanında yani sarayda yetişmiş olmasını, Hz. Musa’nın söylediklerini dikkate
almamanın gerekçesi olarak ileri sürdü. Bu tavrıyla, ‘’Bana nasıl böyle şeyler
söyleyebilirsin, bir zamanlar sen de benimle birlikteydin. Bu söylediklerin
sana yaptığım ikramlar karşısında nankörlük değil midir? anlamlarına gelen yakınmalarda
bulundu. Halbuki problem, Hz Musa’nın hangi şartlarda yetişmiş olduğu ya da
önceleri Firavun’a olan yakınlığı değildi. Hz. Musa kişisel durumlarını
anlatarak Firavun’dan bir şeyler istiyor da değildi. Konunun kişisel hiçbir
tarafı yoktu. Firavun’dan istenen; zalimliği, zorbalığı bırakması ve ilâhlık
iddialarından vazgeçmesiydi. Fakat Hz. Musa’nın konuyu kişiselleştirmeyip,
görevini ısrarla yerine getirmesi üzerine, Firavun bu sefer de konuyu bir başka
yönden çarpıtmaya çalıştı. Hz. Musa’nın tebliğini, kendi zalim yönetimine muhalif
karşıt ırkçı hareket olarak değerlendirdi.
Hz. Musa’nın bir zamanlar Kıptî’yi öldürmüş olmasını da karşıt ırkçı
hareketin bir örneği olduğunu söyledi. Fakat Hz. Musa, Firavun’nun oyununa
gelmedi. Konunun Firavunun zannettiği gibi kişisel iktidar hevesi ya da karşıt
ırkçı bir hareket olmadığını ifade etti. ‘’Musa: ‘Ben o işi, henüz o anda
sonucun ne olacağını bilmeyerek yaptım yani öldürmek için vurmadım. Sizden
korkunca aranızdan kaçtım, ama daha sonra Rabbim, doğruyla eğri arasında hüküm
verebilme yeteneği bahşetti ve beni peygamberlerinden biri yaptı’’dedi(Şuara: 26,21). Hz. Musa olayı kişiselleştirmediğini yaptığı
çağrının yalnızca Allah’a itaat çağrısı olduğunu şu sözlerle tekrar ifade etti.
‘O başıma kaktığın iyiliğe gelince, bu İsrail oğullarını köleleştirmenin bir
sonucu değil miydi? (Şuara, 26:22) Evet, Firavun’nun, Hz. Musa’ya yaptıkları
bir lütuf değildi. Firavunun zalimce politikaları olmasaydı belki de Hz. Musa
saraylarda değil kulübelerde yaşardı ama annesiyle birlikte yaşardı. Firavunun
olayları çarpıtma ve kişiselleştirme çabaları sonuç vermeyince asıl konuya
girmek zorunda kaldı. Firavun: Bu alemlerin Rabbi de kim oluyor?’ dedi’ (Şuara,
26:23). Artık bu safhadan sonra tevhid-şirk çatışması başladı. Bir taraf ilahi
hakikatleri hatırlatıp ona göre yaşamaya davet ederken, diğer taraf çeşitli
gerekçelerle meşrulaştırılmış haksızlıkların, kötülüklerin, yalanların ve
ihanetlerin savunuculuğuna devam etti. Bir taraf gerçek adaletin hakim olduğu
bir dünyaya çağırırken, diğer taraf ilelebet içinden çıkılamayacak bir
karanlığa çağırdı.
Hz. Allah, Kuran-ı Kerim’de, Musa(as)’ın risâlet sürecinden verdiği örneklerle müşriklerin kişilik ve karakterlerini, onların muktedir oldukları sistemlerin özelliklerinin hemen hemen hiç değişmediğini bu örneklerle gözler önüne serdi. Zalim müşrikler haksız zorba yönetimlerinin bekâsı için, sistemlerini en iyi, en güzel gösterme gibi bir çaba içerisinde olduklarını bildirdi. Büyük kitlelere haksız düzenlerini kabul ettirmek için her türlü tedbirleri aldıklarını bu süreçte hiçbir propagandadan kaçınmadıklarını ve genellikle de başarılı olduklarını dile getirdi.
Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırılıp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ya da dönemsel iman edenlerin kalpleri sarsılarak, bu tutum ve davranışları bir kez daha düşündürüldü. Hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları büyük bir azapla uyarıldılar.
Selam ve dua ile…
TAHA Y. BACAKOĞLU
Hz. Allah, Kuran-ı Kerim’de, Musa(as)’ın risâlet sürecinden verdiği örneklerle müşriklerin kişilik ve karakterlerini, onların muktedir oldukları sistemlerin özelliklerinin hemen hemen hiç değişmediğini bu örneklerle gözler önüne serdi. Zalim müşrikler haksız zorba yönetimlerinin bekâsı için, sistemlerini en iyi, en güzel gösterme gibi bir çaba içerisinde olduklarını bildirdi. Büyük kitlelere haksız düzenlerini kabul ettirmek için her türlü tedbirleri aldıklarını bu süreçte hiçbir propagandadan kaçınmadıklarını ve genellikle de başarılı olduklarını dile getirdi.
Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırılıp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ya da dönemsel iman edenlerin kalpleri sarsılarak, bu tutum ve davranışları bir kez daha düşündürüldü. Hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları büyük bir azapla uyarıldılar.
Selam ve dua ile…
TAHA Y. BACAKOĞLU
Bir yerde bir yazı okursunuz Fazlaca yerde fazlaca yazı okursunuz Okuduklarınız içinde beyninizi uyuşturan cümleler varsa manadan zevk almaya başlarsanız o yazı amacına ulaşmıştır. Dosta selam olsun. Vazgeçmeyen dostlara selam olsun.
YanıtlaSil