Sizce toplumun düzelmesi için en önemli etken nedir?

30 Nisan 2014 Çarşamba

MERHABA BEN

Nasılsın? Umarım bugün de telaşsızsındır. Merak etme, aramızdaki bu gizli kavga adı üstünde aramızda kalacak. Bazı geceler bana sırtını dönüp mışıl mışıl uyuduğun günlerden de bahsetmeyeceğim. Bahar lalelerinin etrafa yaydığı muazzam görüntü de bizim meselemiz değil, tramvayların çıkardığı gürültü de. Aramızdaki bağı kuvvetlendirmek adına bir şeyler karalamaya çalışacağım.
Çoğu zaman hayatın anlamını  oturup bir masaya bir matematik problemine bakar gibi çözmeye çalıştın. Aslında güzel günlerdi onlar azizim. En azından bir şeyleri düşünmeye başlamıştın. 'Bir şeylerin elinden de ben tutayım'ın ilk aşamalarındaydın. Çok toydun. Birileri sana 'şöyle şöyle' dese 'aaa şöyle şöyleymiş meğersem doğru olan.' diyecek kadar toy... O günlerde seni umur çemberine alan insanların zamanını ne de kolay tüketiyordun. Bir evin vardı başını içine soktuğun. Ninnilerden oluşan sesler arasında büyüdüğünü ne de çabuk unuttun. Ellerini tutan vardı yürümen için, ellerini tutan. Gözlerine bakıp mutluluğunu kontrol etmeye çalışan insanların emeği vardı üstünde. Ah anlatamam ben. Bugün çok efkarlanasım geldi. Oturup bu mektubu yazıyorum. Belki benden bu tepkiyi görmen gururunu incitecek, belki de bir daha yanında taşımayacaksın beni, sırlarını ortak etmeyeceksin. Canın sıkıldığında bana başvurmayacak;  gözlerini dikip hışımla, bakmaya bile yeltenmeyeceksin. Olsun ben yine bu mektubu yazmak için kalemime kuvvet vermeye geldim. Çoğu zaman aradığım bene ulaşılamayınca yazmaktan başka nem kaldı hem. Haysiyet bırakmadın ki benden azıcık kullanayım desem. Hayır, değil canım ben, değil bu sitem.
    Ah yalan dünya, eskiyen dünya, aldıklarını vermeyen, verdiklerini almak için sabırsızlanan dünya... Henüz bir bene mektup yazdığım günlerin acemiliğini çektiğim dünya. Duyuyor musun ben. Hala alıcıların açıksa sana bir şeyler vermeye geldim. Dünyaya ne de çok seslenesim var. Hem senin dünyana, hem de benim dünyama. Benim dünyamı alt üst eden sen, senin dünyanı alt üst eden yine sen. Dünyada merhamete aç ne kadar çok insanın olduğunu biliyordun. İnsanların suya ihtiyaç duydukları gibi merhamete de bir o kadar ihtiyaçları olduğunu da. İkisinin arasındaki tek fark suya susadığını bilir insan, ama merhamete susadığını bilemez, eğer ben gibilerini yaşatmayı beceremezlerse. Ah ben, senin de onlara dönüşmenden korkuyorum. Bu mektup bir korku mektubudur. Sen karmaşık iç dünyanda bir şeylere anlam vermeye çalışırken dünyayı benim gibilerin korkusu sarıyor. Her şeyin olması gerektiği gibi işlediğini düşünenlerden değilsin sen. Geceleri ben yanındaydım. Duyuyordum neler sayıkladığını. Hatta çoğu zaman bana söyleyemediklerin bilinç altına işlemiş olmalı ki, oralarda kendini gösteriyordun. Bunları söylemem için bana az vakit verildi ben. Günler birbirini kovalıyor. Cemal abinin dediği gibi 'Hayat kısa, kuşlarsa uçuyor...' Velakin kuşların uçması Edip amcanın avuçlarındaki gülün dönmesine mani değil. Haydi ben! Miskinlik kokusunu sürdüğün elbiseni çıkarmanın vakti geldi. Döndürmeye başla gülleri avucunda kırmızı bir akşamüstü... Birlik olup coşturmalıyız gönülleri, bu dağınık silsileden çekip çıkararak kendimizi. Üstüme gelme ben. Çok fazla Polyanna değilim. Bunları Polyanna fısıldamadı kulaklarıma. Bunları bana yazdıran sana olan inancımdır. Unutma bunu. Deme bana ki 'çok düşünüyorsun. Dünya incelere göre değil. Bu yüzden kırılıyorsun.' deme. Sana değil bu kırgınlığım emin ol. Her gece saçını tarayan kuşların sesini duymayanlara, attığın simitleri gören martıların gözlerindeki heyecanı göremeyenlere bu meydan okuyuş. Zalimin mazlumun ahını aldığı, mazlumun da zalimden insafı kaçırdıgı bugünlere benim keçilerimin kaçmasına izin vermenle aynı anda girmen mesele. Şimdi vakit ben olmanın verdiği bir benlikle kendine gelmenin vakti. Herkes seni küçük görürken ben sana değer veriyordum. Sana nasıl olduğunu soranlara cevabın hep aynıydı da, kulakları duymaz oluyorlardı onların. Biliyorum. Ben ne kadar anlatsam da içinde bir şeylerden haberdar olacak sensin. Biliyor musun aslında hiç geçmeyecek olandı içindeki. Aslında hangi sokak kapısına gitsen seni karşılayacak olandı. Bir ara duraksasan tekrar hareket ettirecek olandı seni. Bir ara hareket etsen tekrar durduracak olan da. Sahi senin neyin vardı bu kadar durağan olacak, neyin vardı her şeyden şikayet edecek? Hava-su bedavaydı. Bense yanındaydım. Senin neyin vardı? Ya da neyin yoktu mu demeliydim. Belki uzaktan çığlık çığlığa bağıran küçük, masum bir kızın dile getirmeye çalıştıklarının bir yansımasıydı sendeki bu suskunluk.  Belki yakından, sessizce konuşsan dilinden anlayacak birileri karşına mutlaka çıkardı. Çıkardı da çıkmaz bir sokakta içinden çıkılamayacak işlerin içinden çıkmak senin için büyük fedakarlıkların ortasından geçen küçük bir çıkardı. Sen kurtulsan, bir 'ben' kurtulsa bütün insanlığın iyileşeceğine dair umudun vardı çünkü. Ufacık bir merhamet ışığı koskocaman karanlığa sahip yolunu aydınlatabilecekti. İşte olan buydu. Sana nasılsın diyenlere cevabın hep buydu.
-Nasılsın küçüğüm?
-Aslında şey, siz beni ne kadar küçük görüyorsanız bir o kadar büyüğüm, VİCDANIM sağolsun. diyebilecek kıvamdaydın. İşte böyle derdin ve eklerdin: ' Siz nasılsınız?
                                                                                                                                          VİCDAN'IN...

                                                                                                                               Vicdan'ın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder