“ İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece…”
Âşık Veysel
Belki siz bu
satırları okurken öleceksiniz belki yazıyı beğenmeyip eleştirdikten sonra.
Belki de bu
yazı ölümünüzden önce size okuma fırsatı tanınmış son yazıdır.
Ölüm geldi
mi ne bir dakika geri alabiliriz ne de bir dakika ileri muhabbetine ve
yukarıdaki muhabbetlere de girecek değilim elbette.
Siz de
biliyorsunuz, ne de olsa çok dinlediniz.
Allah ömrümüzü hayırlı ve bereketli kılsın.
Ve de Kuranı Kerim okumak varken bu yazı da neyin nesi, neyin fırsatı?
İlkyazımın konusunu ölüm seçtim. Herhâlde ruh halimle ilgili ya da bundan sonra yazacak fırsatım olmayabilir diye düşündüm veya basitçe en gerçeğinden başlamak istedim.
Bir gün içerisinde çoğumuz belki saçma sapan şeylere seviniyoruz belki de gerçekler üzüyor bizi.
Ne hakiki sevinçler için fırsat kolluyoruzdur belki!
Belki de bazı gerçekleri haddinden fazla ciddiye alıp ve bazılarını ıskalıyoruzdur.
Türkülerimiz de bile, bile dedim çünkü inançlarımızı türkülerden almıyoruz, han ‘bekleme, dinlenme, yolculuk için hazırlık yapma yeri ‘ olarak geçiyorsa, dünyaya nasıl, doğuma nasıl, ölüme nasıl bakmalıyız?
Muhakkak Âşık Veysel doğumu bir kapı, ölümü diğer kapı saymış ve de bu kadar güzel tercüman olmuş duygularımızın bazılarına.
Sorunumuz belki de han ı yanlış anlamamızdır
Mücahitlik olacaktı o müteahhitlik değil.
Han’ı otel anlayıp yatanımızda çok belki!
Hazırlıksız yola çıkanımız,
Veya dört nala öteki tarafa kaçanımız da.
Allah her birimizi ölüme ve ahirete hazırlık yapan kullarından eylesin.
İlla ki hepimiz öleceğiz bunu bilmeyenimiz yok.
Tekrar ederek Cuma hutbesi moduna girmek istemiyorum. Necip Fazıl’ın bir sözüne denk geldim geçenlerde : ‘Ölüm herkesin başına gelir,
ama geç ama erken. Ya kazanırken ya da kazandığını yerken. ‘
Ne ölümden çok korkmak gerek ne de umursamamak ve de önemli olan helalinden kazanmak ve helalinden yemek ve şükretmek.
“Gelecek ben olmasam da olur; bense bugün yaşamak istiyorum.” diyecekler olacaktır elbette. Ama yapacağı tüm itirazlar ölümünü onaylayacaksa?
Makul yaşayabilme talebi inkâr olacaksa? Geçerli arzuları paranoya sayılacaksa?
Yasama arzusu bir canavar çıkaracaksa meydana?
Ya yaşama arzusu ya da imanlı ölüm karşılaştırılacaksa?
Ya sonsuzluk ya da “bir ömür” yaşama sunulacaksa?
Her birerimiz nasıl ölecek acaba?
Neyi umutlarken, kimi severken, kimle vedalaşamadan önce, kimi unutamadan sonra, kime naz yaparken, kimden su isterken, hangi gün , hangi memlekette , hangi zekatımızı ödemekten kaçınırken, hangi futbol maçından sonra ,hangi sevdiğimizle beraber öleceğiz veya hangi doymaz siyasetçiler öldükten hemen sonra?
Nasıl öleceğimizi göz önünde canlandırmak için geniş bir hayal dünyasına veya böyle bir tahmine de ihtiyacımız varmıdır acaba?
Şunu biliyoruz ki kimsenin devredemeyeceği gerçekleri vardır ölüm de bunlardan biridir.
Başka merak etmediğim sorular da yok değil:
Herkesin iki yaşam hakkı olsaydı yani bir kere öldükten sonra öldüğü yerden devam etseydi ikinci hayatına!
İkinci hayatını baştan aşağı kaç kişi değiştirirdi? Acaba sırf meraktan dolayı ilk hakkını kaç kişi harcardı?
Büyük belalardan sonra ilk hakkında veya ikincisinde kaç kişi intihar ederdi?
Kaç tedbirli kötü günün kötüsü var diyerek hiçbirini harcamak istemezdi?
Kaç öldürülen tekrar dirilip düşmanını aynı anda öldürmek isterdi veya ikinciyi de harcamayayım diye sessizce yol alırdı?
Kaç kişi dünyayı; kaç kişi ölümü abarttığını düşünürdü? Şimdiki haliyle mi daha gerçekçi kalırdı ölüm yoksa ilkini harcadıktan sonra daha mı? ‘Say ki öldün; Yalvardın, yakardın, sana bir gün daha verildi. Bugünü o gün bil öyle yaşa ‘ buyurmuş İmamı Gazali.
Sizleri Allaha emanet ediyorum ve anneciğimin duasıyla bitiriyorum.
Allah yüzünüze baka…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder